Son günlerde ülke gündemini sarsan bir olay, sosyal medyada geniş yankı buldu. Bir kadın, kocasını öldürdükten sonra taksi çağırarak "Eşim hasta, hastaneye gitmesi gerekiyor" diyerek dikkat çekti. Olayın detayları, hem aile içindeki çatışmalar hem de toplumda var olan erkek kadına şiddet algısı üzerinden tartışmalara neden oldu. Bu trajik olay, cinayet bağlamında birçok soruyu da gündeme getirdi: Bu kadar ağır bir olayın arkasında ne gibi sebepler yatıyor? Kadınların karşılaştığı şiddet ne kadar yaygın? Toplum olarak bu durumu nasıl aşabiliriz?
Olay, geçen hafta bir konut dairesinde meydana geldi. İddialara göre, kadının eşi ile arasında yaşanan tartışmalar giderek büyüdü. Kadının, eşinin sürekli şiddet uyguladığı ve bunun sonucunda kendisini savunmak için öldürme kararı aldığı öne sürüldü. Cinayetin ardından kadın, paniğe kapılarak taksi çağırdı ve taksi şoförüne "Eşim hasta, hastaneye gitmesi gerekiyor" diyerek durumu açıklamaya çalıştı. Bu durumu duyan taksi şoförü, hemen polisi aradı ve yardım talep etti. Olay yerine gelen güvenlik güçleri, kadını gözaltına alırken, cinayetin detayları da ortaya çıkmaya başladı.
Bu olayın başlama noktası, aile içindeki huzursuzluk ve sürekli yaşanan şiddet olarak belirlendi. Ülkemizde aile içi şiddet, hala büyük bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Türkiye İstatistik Kurumu’nun 2022 verilerine göre, kadınların %38’i hayatlarında en az bir kez fiziksel veya cinsel şiddete maruz kaldıklarını belirtiyor. Kadınların göz ardı edilen pek çok hikayesi var; yaşananlar cinsiyetler arası eşitsizlik ve buna bağlı olarak uygulanan şiddet sarmalındadır. Bu tür olayların toplumda daha fazla tartışılması, erkek egemen sistemin sorgulanmasına ve toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasına yönelik değişikliklerin yapılmasına olanak tanıyor. Trajik bir şekilde sonuçlanan bu olay, aynı zamanda nasıl bir şiddet kültürü içinde yaşadığımızı da sorgulamamıza neden oluyor.
Olay sonrası kadının avukatı, müvekkilinin ruh halinin çok kötü olduğunu ve olayın kendi savunma mekanizması sonucu geliştiğini açıkladı. Bunun yanında, kadının geçmişte yaşadığı şiddet olaylarından dolayı psikolojik zarar gördüğü de belirtildi. Bu tür olayların sık rastlandığı bir toplumda, kadınların yaşadığı travmaların ne denli büyük olduğunu gözler önüne seriyor.
Kamuoyunda ise, olay hakkında iki farklı görüş ortaya çıktı. Bir kesim, kadının eylemini bir savunma olarak değerlendirirken, diğer kesim bu durumun kabul edilemeyeceğini savunuyor. Her iki tarafında görüşleri, toplumun cinsiyet rolleri ve kadınlara yönelik şiddet algısı üzerinden şekilleniyor. Maalesef ki, aşırı derecede normalleştirilen şiddet olgusu, pek çok kadının sesinin çıkmasına engel oluyor.
Sonuç olarak, bu tür trajik olaylar aile içi şiddetin ciddiyetini bir kez daha gözler önüne seriyor. Kadınların maruz kaldığı tehlikeler, sadece bireysel düzeyde değil, toplumsal düzeyde de ele alınmalıdır. Devletin, medya ve eğitim kurumlarının bu konuda duyarlı ve bilinçlendirici adımlar atması gerekmektedir. Aksi takdirde, bu tarz olayların önüne geçebilmek oldukça güçleşecektir. Bu trajik olayın ardından, toplumsal bir farkındalık yaratmak ve aile içi şiddeti ortadan kaldırmak için hepimize büyük sorumluluk düşüyor.